divan53İslam’ın şartlarından olan namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin belli vakitler içerisinde yapılması mutlaktır. Aksi hâlde yerine getirilmiş sayılmaz. Bu durum Müslüman ülkelerde evkat-ı şer’iyenin tayini meselesini en mühim husus kılmıştır. Müslümanları Güneş ve Ay’ın hareketlerine dair tetkikler yapmaya sevk etmiştir. Zira namaz vakitlerini hesaplamak, ilmî olduğundan öte, dinî bir meseledir. Bildirilmiş olan vakitleri hesap ile sağlama almak önemlidir. Lakin hesap ile bulunan vakitlerin din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bu hususu büyük âlim Taşköprülüzade “Mevdû’at-ul-ulûm” adlı eserinde şöyle izah etmektedir:

“Namaz vakitlerini hesap etmek farz-ı kifayedir. Müslümanların namaz vakitlerinin başını ve sonunu güneşin hareketinden veya âlimlerin tasdik ettiği takvimlerden almaları farzdır. İbadetlerin vakitlerini tayin etmek astronomiden yardım almayı icap ettirirken, tayin edilen vakitlerin tasdiki âyet-i kerime, hadis-i şerif ve müctehidlerin içtihatlarının dairesinde olur. Bu daire de fıkıh âlimleri tarafından çizilir.”

İşte, ibadetlerde vaktin önemine bağlı olarak İslâm tarihinde Güneş, Ay ve yıldızlar vasıtasıyla zamanın, özellikle imsak ve namaz vakitlerinin belirlenmesini konu alan ilm-i mîkat çok gelişmiştir. Namaz vakitlerinin tespitinde kullanılan çeşitli saatleri düzenleyen, bunların ayarları ve tamirleriyle ilgilenen kimselere “muvakkit”, bunların faaliyet gösterdikleri yerlere “muvakkithane” denilmektedir. Bu hususta ilmî çalışma yapan astronomlar ise “mîkatî” diye adlandırılırdı.

Osmanlı Devleti XVI. asırda siyasi, idari ve askerî alanda olduğu gibi bilim, kültür ve sanatta da en mütekâmil dönemini yaşıyordu. Osmanlı astronomi literatürünü oluşturan 600 astronom veya astronomi eseri müellifinin seksen beşi XVI. yüzyılda yaşamış ve bu asırda Osmanlı astronomisinin önemli eserleri yazıldığı gibi Türkçe de altmışa yakın eser kaleme alınmıştır.

Osmanlı Devleti'nde en önemli astronomlar İbrahim b. Seyyid, İshak Sa'di Çelebi, Yusuf b. Ömer, Mustafa b. Ali, Takiyüddin Râsid gibi âlimlerdir. Mustafa b. Ali astronomi ve coğrafya sahasında oldukça mühim bazı eserler telif etmiştir. Takiyüddin Râsıd da astronomi ve matematik sahasında birçok önemli eser vermesinin yanında İstanbul'da bir de rasathane açmış ve bazı gözlemlerde bulunmuştur.

Takiyüddin yeni geliştirdiği teknikler ve aletler vasıtasıyla gözlemlerinde yeni uygulamalar ve astronomi problemlerine orijinal çözümler getirmiştir. İlk defa mekanik saat kullanarak çok dakik gözlemler yapmıştır.

Müneccimbaşıların astronomi ve astroloji alanında saraya ait birçok vazifesi bulunmaktaydı. Bunların başında saray ve ileri gelen devlet adamları için takvim, imsakiye ve zâyiçe gibi işler yapmak geliyordu. Takvimler 1800 senesine kadar Uluğ Bey Zîci'ne göre, bu tarihten sonra da Jacques Cassini Zîci'ne göre hesap edilmiştir.

XVI. yüzyıldan sonra belirli bir sisteme göre devam eden müneccimbaşılık Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin vefatına kadar gelen bu müessese, onun 1924 yılında vefatıyla yerine tekrar müneccimbaşı tayin edilmeyerek lağvedilmiş ve 1927 senesinde başmuvakkitlik makamı tesis edilmiştir.

İmsak vakti 

Malum olduğu üzere ibadetler için vakitlerin tayininde, Güneş en temel bir faktördür. Gölgelerin boyu ve şafağın doğuşu da Güneş'in gökyüzündeki konumuyla doğrudan ilgili hadiselerdir. Bu sebeple hesap kurallarının oluşturulmasında Güneş'in yörüngesi temel alınmaktadır.

Güneş'in günlük hareketi olan bir turu esnasında ufuk düzlemiyle yaptığı açı zamana bağlı olarak sürekli değişir. Güneş'in gökyüzündeki yüksekliğini ifade eden ve Güneş Dikey Açısı adı verilen bu açı, vakitlerin hesaplanmasındaki en temel parametredir.

İşte imsak vaktinin hesabı için de, diğer vakitlerde olduğu gibi bir dikey açının tayini gerekmektedir. "Güneş'in Kırılma Açısı"nı ilk defa hesaplayan Mısırlı astronom İbn-i Yunus, 14. yüzyıl muvakkitlerinden İbn-ül Şâtir, küresel trigonometrinin babası Nasreddin el-Tûsi gibi âlimler, fecir ve bunun simetriği sayılan beyaz şafak için -19° (ufkun 19 derece altı) dikey açıyı esas almışlardır. Vakitlerin hesap yöntemiyle tayininin revaç bulduğu 15. yüzyıldan itibaren Mısır, Suriye ve kutsal topraklar dâhil olmak üzere Osmanlı coğrafyasında imsak için referans alınan bu değer, Türkiye’de de 1982 yılına kadar kullanılmıştır.

İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitabında diyor ki: “Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesap ediyorlar. Bunun için, fecr hesaplarında, Güneş'in irtifâ’ını (-18) derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesap ediyoruz. Bunun için de Şems'in (Güneş'in) irtifâ’ının, (-19) derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü İslâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, beyazlığın ufuk üzerinde ilk görüldüğü vakit olduğunu bildirdiler.” 

Orucu yemek! 

Fakat ülkemizde 1983 yılında birdenbire temkinsiz ve Güneş'in ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesap edilmeye başlandı. Böylece 20 dakika daha fazladan yedirilmek suretiyle milletin orucu ile oynanmaya başlandı!  Bu hâl ülkemizde ciddi tartışmalara yol açtı ve bu tartışmalar bitecek gibi de görünmüyor. Aslında 2013 yılında dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in yaptığı açıklamalar yapılanların tamamen keyfî olduğunu ortaya koyuyordu.

Görmez, “Geçmiş İslam âlimlerinin büyük çoğunluğu, imsakin hesaplanmasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın esas aldığı 18 dereceyi benimseyerek fecr-i sadık’ı hesaplamışlardır” demekte fakat buna bir tek isim verememektedir. Hangi âlimler bunu söylemişlerdir. Kaldı ki bir âlimin ifadesi de böyle bir uygulama için senet olamaz.

Oysa Sayın Görmez ve Diyanet yetkilileri 18 dereceyi esas alanların Avrupalı Hıristiyan astronomlar olduğunu iyi bilmekte fakat ifade etmekten kaçınmaktadırlar. Acaba Hıristiyan milletlerin imsak vaktinde hangi ibadetleri var ki imsak vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler! Böyle yapmış olsalar dahi, Müslüman astronomlar tarafından imsak vakti İslamî kâidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkmıştır?

Yine Görmez 1949 yılında Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki'nin talimatıyla Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu bu konunun en büyük uzmanlarından Prof. Fatin Gökmen başkanlığında Kamil Miras, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Eyüp Müftüsü İsmail Habib Erzen ve Muvaakıt Yusuf Ziya Gökçe’den oluşan komisyonun da imsakin belirlenmesi için 19º'yi esas aldığını belirttikten sonra, “ancak Başkanlığımız, 1982 yılında imsak vaktinden temkini kaldırdığı sırada İslam’ın kolaylaştırma ilkesi doğrultusunda 19º yerine bilimsel bir kriter olan 18º’yi benimsemiştir” demektedir.

Hıristiyanı Müslümana tercih etmek! 

Bu duruma, “Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” demezler mi? Âlimler, astronomlar, muvakkitler 19 dereceyi esas alıyor fakat Başkanlık, kolaylaştırma ilkesi ile bunu kaldırıyor! Bu mudur ilmîlik? Ne demektir kolaylaştırma ilkesi?  20 dakika daha yemek yemek veya yememek. "Ölür müsün" demezler mi adama. Kolaylaştıralım derken akşama kadar durduğun açlık yanına kâr kalırsa, ibadet elden giderse ne olacaktır? Kolaylaştırma ilkesi diyerek bir dakika evvel iftar ettirebilir misin? Namazı beş on dakika önceden başlatabilir misin? 1400 senedir ibadeti bu şekilde yapanlar Müslümanlara eza ve cefa mı çektiriyorlardı?

Yüzlerce yıldır bu uygulamayı yürüten âlimler, Peygamber efendimizin “kolaylaştırınız zorlaştırmayın” hadisini duymadılar mı?

Sahi işinize gelince hadisleri hemen kabul ediyorsunuz? Bu hadise karşı bir sözünüz yoktu değil mi?

Nihayet Görmez’in açıklamasında yer alan, “en ihtiyatlı görüş tespit edildi” ifadesi ise bir başka hezeyandı. Demek ki Bayındır gibi daha ileriye doğru yedirme imkânınız da var demektir. Oysa ihtiyatlı olmak -şayet kendi yaptıkları doğru olsa dahi- 20 dakika önce kesmek değil midir? Şair “sonsuz dertten sakınmalı hatta olsa da bir güman” der. Yani bir şüphe dahi olsa insan sonsuz dertten sakınır. Burada da orucun gitme tehlikesi bir şüphe dahi bulunsa insan 15-20 dakika önce yemeyi içmeyi bırakmaz mı? Kaldı ki yüzlerce yıldır Müslüman astronom ve âlimlerin çalışmalarını elinin tersiyle bir kenara atıp gayrimüslimlerin sözüyle hareket etmek nasıl bir ihtiyatlılıktır!..

Bir başka fecaat ise Görmez’in şu sözlerinde idi: “Diyanet İşleri Başkanlığı, imsakin belirlenmesinde bilimsel bir kriter olarak astronomik tanın başlangıcı olan 18º’yi esas almaktadır. Böyle bilimsel bir kriter ölçü alınmadığı takdirde toplum içinde birliğin sağlanması asla mümkün değildir.” Bu ifadelerle İslam âlimlerinin yüzlerce yıllık çalışmaları bilimin dışına bir çırpıda atılmaktadır ki gerçekten ayrı bir felakettir. Ayrıca bu konuda Müslümanlar yüzlerce yıldır birlik ve beraberlik içinde idi. 1983’ten itibaren bir darbe hükûmeti ve zamanın diyaneti eliyle birlik mi oldu yoksa karışıklık ve bölünmeye mi davetiye çıkarıldı? 

Bu da mı FETÖ izi idi? 

Bugün 1982’den beri devletimizin nice uygulamalarında FETÖ izleri aşikâr olmuştur. Sakın FETÖ ve avanesinin ve bilhassa onları yönlendiren Batılıların ülkemize ilk diktesi imsak uygulaması olmuş olmasın! Malumunuz sonra da "Kutlu Doğum Haftası" ile dinî günlerimizi Arabi aylardan miladi takvime göre hesaplama noktasına gelinmiş ve dinler arası diyalog safsatası ile de Müslümanlar terk edilip tamamen Hıristiyanlara yönelme başlamıştı.

Bütün bu oluşum ve gelişmeleri hiçbir şekilde görmeyip hatta onlarla birlikte yol alan Görmez. Ancak 15 Temmuz kalkışmasından sonra Kazakistan Diyanet İşleri Başkanı ile Burkina Faso din yetkililerinin FETÖ’cüler hakkında “kendilerinde hiçbir İslam nişanesi görmedik. Bunlar hep Hıristiyanları bize tercih ettiler”, sözlerini TRT1’de üzüntü ile anlatacaktı. Oysa onlar sadece gönülde Avrupalı değildiler. 36 yıl boyunca uygulamaları ile de bu milletin dininde ne yaralar açtılar. Asıl olan bu yaraları tedavi etmektir. Sahte gözyaşları dökmek değil!

Bugün Sayın DİB Başkanını tarihî bir görev daha beklemektedir. Geliniz 36 yıldır bunların Hıristiyanlardan devşirdikleri uygulamalardan vazgeçiniz. Hakkı doğruyu ikame ediniz. İslam âlimlerine Müslüman astronomlarına uyunuz. Hataların en büyüğü hatada ısrar etmektir. Müslümanların ibadetlerini tehlikeye atan hatta yok eden bu uygulamaya son veriniz. 36 yıllık ibadetler ne olacak demeyiniz. Cenab-ı Hak rahimdir, kerimdir, gafurdur. Biz doğruda olalım ve O’na sığınalım.

Ramazan-ı şerifimiz mübarek olsun...  

TEFEKKÜR 

İmsâk-ı derdimizde var amma tedbir içün

Vakt-i gurûbı bilmeğe bir saat isterüz

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

13.05.2018 Türkiye Gazetesi

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/602205.aspx

Makaleyi paylaş

Submit to FacebookSubmit to Google PlusSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn

otag1 otag2 Kayı 11 Kapak  otag iii