Türkiye’nin ve İstanbul’un altı minâreli tek câmii.

Osmanlı Devletinin ihtişamını, kudretini o devrin sanattaki inceliğini, zarâfetini, tezyinâtını gösteren muhteşem bir âbidedir.  İstanbul’un Haliç yüzü Osmanlı yapısı nâdide eserlerle bezenince, Boğaz’dan ve Marmara’dan gelen gemilerin karşısında görünüş ve azâmetiyle dikkatleri çekecek bir câminin yapımına karar verildi. Böylece Sultanahmed Câmii, Bizans Hipodromunun doğu kenarında, At Meydanında, Sultan Birinci Ahmed Hanın emirleriyle Başmimar Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından yapılmaya başlandı.

1609 (H.1018) yılında câminin temeline ilk kazmayı bizzat Sultan Ahmed Han vurdu. Bu kazma bugün, Topkapı Sarayı Müzesindedir. Temel kazılmaya başlayınca ilk önce Sultan Ahmed Han eteğiyle toprak taşıyarak:

“Ya Rab! Ahmed kulunun hizmetidir, kabul eyle...” diye duâ etti.

Osmanlı mîmârisinin şâheseri olan bu câmi, 1616’da bitirildi. Câminin ön cephesi 72 m, yanı ise 64 m’dir. Öndeki avlu da aynı ölçülerdedir. Altı minârenin üçer şerefeli olanları, câminin dört köşesinde, ikişer şerefeli ve diğerlerinden daha kısa olan ikisi ise, iç avlunun cephe duvarının iki ucundadır. Dört uzun minârenin ortasında kalan merkezî büyük kubbe 24 m çapındadır. Ayasofya kubbesi çapından 2,6 m büyüktür. Yerden tepesine kadar yüksekliği 43 metredir. Bu kubbe dört kemere, kemerler de silindirik dilimlerle süslenmiş, beş metre çapında dört büyük fil ayağı üzerine oturtulmuştur.

Câminin içi çok mâhirâne yerleştirilen 260 pencere sâyesinde ferah bir havaya bürünmüştür. Pencerelerin yerleştiriliş şeklinden dolayı büyük kubbe sanki havada asılı gibi durmaktadır. Mavi ve yeşil renkte örgülerle süslenen 21.043 parça beyaz çini, bu eşi az bulunan mâbede ayrı bir güzellik verir. Bu eşsiz zenginlikteki çinilerin hayranı olan Avrupalılar, bu sanat şâheserine Mavi Câmi adını verirler.

Câminin yazılarını devrinin büyük hat üstatlarından Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubârî yazmıştır. Bir pirinç tânesi üzerine mikroskobik yazı ile ihlâs-ı şerîf yazma başarısından dolayı “Gubârî” lâkabı verilmişti. Bu pirinç tânesi bugün Topkapı Sarayı Müzesinde muhâfaza edilmektedir.

Mihrap, hünkâr mahfeli, minber, pencere aralarındaki panolar, taç mermer işçiliği ve oymacılık sanatının şâheserleridir. En nâdir, renk renk taşlardan, kuyumcu elinden çıkmış gibi oyulan yaprak, lâle, çiçek motifleri karşısında aklın durmaması âdeta imkânsızdır.

İç avlunun zemini mermer döşeli, etrafı 26 kemerli revakla çevrilidir. Etrâfı tamâmen saran revak, yarım küre şeklindeki 30 küçük kubbeyle örtülmüştür. Dış avluya bakan duvarlarda 38 pencere vardır. İç avluya ikisi yanlardan, biri cepheden üç kapıyla girilir. Bu kapıların kanatları tunçtan yapılmıştır. İç avludaki şadırvan, altı mermer sütunlu saçak altında olup, yalnız su içmek için yapılmıştır. Abdest muslukları câminin dışındadır.

Bir külliye hâlinde yapılan Sultanahmed Câmii külliyesinde; câmi, kasr-ı hümâyun, tabhâne, imâret, medrese, mektep, dârüşşifâ, asker odaları, dükkanlar, bir sebil, Sultan Ahmed’in türbesi bulunmaktaydı.

Ayasofya’nın kütlevî ağırlığı yanında Sultanahmed Câmii; incelik, sanat ve zerâfetin yan yana geldiği Osmanlı ihtişamını temsil etmektedir.

Kaynak: Yeni Rehber Ansiklopedisi Cilt 18, s. 152

Makaleyi paylaş

Submit to FacebookSubmit to Google PlusSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn

otag1 otag2 Kayı 11 Kapak  otag iii