Sokoloviç köyünün çoban Bayo'suydu

Sokullu Mehmed Pasa

Osmanlı Devleti'nin padişahtan sonra en kudretli adamı olan Sokollu Mehmed Paşa Türklüğe ve Müslümanlığa düşman mıydı, değil miydi? İdarede ve siyasette cüce miydi, yüce miydi? Devletine hainlik mi etti, hizmetkârlık mı yaptı? Hakkında söylenenler ve tarihi gerçekler.

On beş yıl Osmanlı devletinin padişahdan sonra en kudretli adamıydı. Kanuni'nin son iki yılın­ da geldiği sa­daret maka­mında II. Selim döneminde fev­kalade yetkilerle kuvvetlendirilmiş nüfuzu günbegün artmıştı. III. Murad Han döneminde aleyhinde büyük bir lobi oluşmuş bu­lunuyordu. Son iki yılı son derece üzüntülü ve korkulu geçirmişti. Buna rağmen devlet işlerine en küçük bir fa­sıla vermeden ciddiyet ve dirayetle ta­kip ediyordu.

Her gece âdeti olduğu üzere abdestini yeniler, teheccüd namazını kıldık­tan sonra hazinedar Hadım Hasan Ağaya bir miktar kitap okuturdu. O gece Hasan Ağa'ya, "Sultan Murad'ın Kosova'da şehid edilişini anlatan yeri oku" buyurdular.

Hasan Ağa takip ettikleri Osmanlı ta­rihi eserinden Murad Han'ın zaferini ve sonunda şükür için meydan yerini ge­zerken bir Sırplının din yolunda savaşanlar sultanını habersizce hançerleye­rek şehid ettiğini tasvir eden satırları okurken, Sokollu'nun gözleri yaş için­de kalmıştı.

Ellerini kaldırdı. "Yarabbi bana da böyle bir devlet nasip eyle" diyerek dua etti. Murad-ı Hüdavendigar'ın ruhuna fatiha okuduktan sonra Hasan Ağayı ya­nından yolladı.

Sadrazam ertesi gün yine sabahın erken saatle­rinden itibaren çalışmaya başlamıştı. Divan-ı Hümayun'da yapılan toplantıya başkanlık et­tikten sonra ikindi vaktinde Kabasakal tarafındaki kendi sarayında bir toplantı daha tertip etti. Hükümet erkanıyla be­raber yarım kalan işleri görüşüyor, is­teklere cevaplar veriyordu. Her zaman sadrazamdan para iste­meye alışmış olan Bosnalı meczup kişi muhafızlardan çok rahat sıyrıldı. Di­vandan çıkmak üzere olan sadrazamın yanına kadar yaklaştı. Günün yorgun­luğu içindeki ihtiyar sadrazam, pek çok defa olduğu gibi ihtiyaçlarını bildi­ren meczuba para vermek için kesesi­ni çıkarttı. Ancak dikkati bir kez daha sadaka vermeye yönelmişken meczu­bun entarisinin altından çıkardığı han­çer kalbini doğradı. Sadrazam, katiline doğru ancak bir adım atabildi. Fışkıran kanlar onu boğdu ve yere kapaklandı. Derhal dairesine kaldırdılar ve yarası­nın sarılması için cerrah getirdiler. Ayasofya'da akşam ezanı okunurken yaşlı sadrazam ruhunu teslim etti. (12 Ekim 1579)

Aynı Murad-ı Hüdavendigar gibi o da bir gece önce duasını yapmış, erte­si akşama şehadet şerbetini içmişti (1).

Hücum okları

Sokollu Mehmed Paşanın muarızları birkaç yıl içinde devleti böyle dirayetli bir elden yoksun bıraktıklarını anladı­lar. Fakat ne hikmetse ona karşı saldırılar bitmedi. Özellikle son yüzyılda ortaya çıkan aşırı fikirler sebebiyle bir kez daha hedef adam haline geldi.

Bu sefer hançerle değil, kalemle şişlenme yoluna gidildi. Yeni nesiller şimdi onun adını işittiklerinde sanki Türklüğün ve İslamlığın düşmanı gibi telâkki eder oldular. Gerçekte, bunları hak etmiş miydi? Öncelikle hakkında yazılanları gözden geçirelim.

Sokollu Mehmet Paşa tari­himizdeki devleştirilmiş cücelerden biridir. Bu cüceye verilen Sokollu unvanı Sokoloviç'in tahrif edilmiş şekli olup Sokol, Bosna vilayetine bağlı bir kasabanın adı ve Mehmet Paşa'nın memleketidir (2)

Zeki, kurnaz ve pek haris olan So­kollu, silahtar iken başta ana baba­sı olmak üzere kardeşlerini ve bütün akrabalarını İstanbul'a getirerek bunları muhtelif yerlere yerleştirme­sini bilmiş ve İstanbul'a gelip ihtida ederek adlarını değiştiren bu hısım akraba grubundan bir Sokollu-zadeler(!) türeyivermişti (3).

Bu devşirme sürüsünün kısmı azamı Türklüğe ve Müslümanlığa pamuk ipliğiyle dahi bağlı değildir. Bütün emelleri ikbal ve paradır (4).

Sokollu başta olmak üzere bütün devşirmeler hayatlarının sonuna kadar çoğunluğu Hristiyan kalan aileleriyle gerek dini gerekse ırki bağlılıklarını muntazam olarak de­vam ettirmişlerdir.

Günümüzde hâlâ yüzleri kızar­madan Büyük Sokollu'yu, dahi dev­let adamı, şöyle dindar böyle bil­mem ne gibi cilt cilt kitap yazarlar (5).

Modern tarihçiler de umumi olarak Sokollu'yu göklere çıkarmayı adet haline getirmişler, bu konudaki klişe fikirle­ri birbirinden almışlar, fakat olayların akışı içinde Sokollu'nun durumunu incelemeye ve çözümlemeye lüzum görmemişlerdir. Çok garip bir davra­nışla devrin Türk Cihan devletinin eş­siz kudretinden doğan bütün başarılar Sokollu'ya mal edilmiş, başarısızlıklarsa devrin hükümdarlarına, bilhassa, II. Selim'e yüklenmiştir... Sokollu Kıbrıs'ın fethine şiddetle muhalifti... İnebahtı bozgununun birinci derecede sorum­lusu Sokollu'dur. Don-Volga kanalı gi­bi devletin geleceğiyle ilgili son derece önemli bir teşebbüsü Sokollu, maliyeci­likten yetişmiş üçüncü sınıf bir devlet adamına vermiştir. Bütün bunlar So­kollu'nun iddia edildiği gibi büyük bir diplomat ve deha sahibi devlet adamı olduğunu gösterecek deliller değildir (6).

Bu ifadeleri okuyanlar tam anlamıyla Sokollu düşmanı kesilmektedir. Aslında hedef kitle sadece Sokollu değil, devşirme devlet adamlarının tümüdür. Zira yazılarda her vesile ile Sokollu'nun devşirme oluşuna dikkat çekilmekte ve diğer devşirme olanların da aynı niyet­te oldukları ısrarla vurgulanmaktadır. Yine yazılarda dikkati çeken en önem­li husus, Sokollu ve diğerlerinin hiç bir faydalı hizmetlerinin olmadığıdır. Düşmanlıklarını ise bilerek ve bir tertip içerisinde sundukları görülmektedir. Dolayısıyla bu ifadeleri okuyan insanlarda tam anlamıyla bir devşirme devlet adamlığı düşmanlığı yer ermektedir.

Meşhur  Sokollu-zadeler!

Oysa gerçek böyle değildir. Şimdi bu iddiaları ele alırken Sokollu'yu tanımaya çalışalım. İşte ilk iddia! Sokollu daha silahtar iken ailesini İstanbul'a getirtmiş, önemli görevlere tayin etmiş, Sokollu ailesinden nice kişiler devlet hizmetlerine geçmişler, bunlar Türklüğe ve Müslümanlığa pamuk ipliğiyle dahi bağlı değiller imiş...

Şimdi bu satırları okurken sanırsınız ki Sokolllar, devletin temeline dina­mit koymuşlar, koskoca Osmanlı İmparatorluğu'nu bir hamlede parçalamışlardır. Kimdir bu adımlar derseniz, ortada Sokollu Mehmed Paşa'dan baş­ka ikinci bir isim yoktur. Şimdi biz bu devlet düşmanlarını (!) tek tek sıralaya­lım.

Lala Mustafa Paşa: Bosna eyaleti­nin Sokoloviç köyünde doğdu. Sokol­lu Mehmed Paşa'nın akrabasıdır. Ya­vuz Sultan Selim zamanında Enderun'a alındı. Burada yüksek tahsil ve terbiye­sini tamamladıktan sonra altı yıl Ende­run'un yüksek memurluklarında bu­lundu. 1555 yılında Safed sancak beyliğine tayin olundu. Büyük bir kuman­dan ve iyi bir devlet adamıydı. İlk bü­yük başarısını Kıbrıs serdarlığında gös­terdiğinden Kıbrıs Fatihi diye tanındı. İran serdarlığında da büyük muvaffa­kiyetler sağladı. Peçevi İbrahim Efendi İranlılar ondan yedikleri dayağı hiç bir serdardan yemediler diyererek başa­rılarını övmektedir (7).

Ferhat Bey: Sokollu'nun dayısının oğludur. Sadrazamın sağlığında ulufecibaşı idi. 1566'da tayin edildiği Klis valiliği sırasında Venediklilere karşı savaştı. Novigrad, Split, Zadar ve Sibenik dolaylarına amansız akınlarda bulundu. Bu başarılı seferlerle sivrilen Ferhat Bey; Venediklilerden Zemunik,  Brodin, Bijela, Stijena ve Ozren'i aldı. Bosna'ya girmeye çalışan bir Hırvat birliğini bozguna uğrattı. Bu birliğin komutanı Filipoviç'i esir ederek İstan­bul'a gönderdi. Bosna valisi Mehmed Bey'in Lala sıfatıyla merkeze çağırılma­sı üzerine buraya vali oldu. Ferhat Bey Hırvatistan ve Slovenya topraklarına akınlarını hiç durmadan devam ettirdi. Başarıları nedeniyle 1588'de Budin va­lisi oldu. Ancak aynı yıl bir kölesi tara­fından şehit edildi. Ferhat Bey, gaza hareketlerinin yanı sıra idare ettiği mıntıkalarda imar ve inşa faaliyetlerin­den de geri kalmamıştı. Banya Luka'da büyük kaleyi yaptırdı. Seferlerde ka­zandığı ganimetlerle Ferhadiye Camii ile bunun yanında bir mektep ve medrese, bir hamam, yüz dükkan bu­lunan bir kapalı çarşı, imaret ve Vrbas nehri üzerine sağlam bir köprü inşa et­tirmiştir (8).

Kara Ali Bey: Ferhat Bey'in karde­şidir. 1573'de abisinin Banya Luka'ya atanması üzerine Klis beyi oldu. Daha sonra İstoni Belgrad'a atandı ve uzun yıllar burada valilik yaptı. Macaristan ve Estergon'da nice çarpışmalara katıl­dı. Çok cesur, değerli ve âlim bir kimse idi. 1595'de kuşatıldığı Estergon'da düşmana karşı savaşırken tüfek mermisi ile vurularak şehid düştü (9).

Ferhad'ın Derviş adında bir kardeşi daha vardı. Gürcistan'ın fethi sırasında hayatını kaybetti (10).

Kurt Bey: Sokollu'nun oğludur. İlk defa Sigetvar savaşı öncesinde sivrildi. Sadrazam onu Dubrovnik'le sınırı dolayısıyla çalkantılı olan Hersek'e gönderdi. Kurt Bey Hersek'te düzeni sağlamayı başardı. Yağmaları ve haydutlukları önledi. Halkın bölgeyi terk et­mesinin önüne geçti. İktisadi durumu düzeltti. Kurt Bey, 1571 yılında vefat etti. Hastalık sebebiyle öldüğü rivayet edilmektedir (11).

Vezir Mustafa Paşa: Sokollu'nun amcası oğludur. Bosna sancak beyi iken Krupa kalesi ile çevresindeki palankadan fethetti. Kanuni Sultan Süleyman Sigetvar seferine giderken onu Arslan Paşa yerine Budin valiliğine tayin etti. II. Selim Han zamanın­da vezir oldu. On üç yıl Budin beylerbeyisi olarak kaldı. Çevredeki pek çok kale ve palankayı devletine kattı (12). Gazâlardaki başarıları sebebiyle Kara Şa­hin lakabıyla ün yaptı (13). Sarp bir kaya­lık üzerindeki Fülek kalesini destanlara konu olacak şekilde fethetti. Yiğitlik ve cesarette, ikram ve cömertlikte pek ile­ri idi (14). Budin eyaletinin ondan önce ya da ondan sonra bu kadar sevilen bir valisi olmamıştı. Sokollu'nun muarızla­rının faaliyetleri sonucu Budin kalesine yıldırım düşmesi gibi garip bir sebeple idam edildi (15). Başta Budin olmak üze­re Belgrad, Sigetvar, Estergon ve Sezekvar'da çok sayıda dini ve kültürel eserler inşa ettirmişti. Bölgenin dul ka­dın, öksüz ve yetimleri onun ölümüyle bir kez daha hamisiz kal­dılar denilmektedir (16).

Hasan Paşa: Sokollu Mehmet Paşa'nın oğludur.  Babasının sağlığında ve ondan sonra  Rumeli  ve Anadolu'nun bir çok eyaletinde valilik yaptı. Son olarak Bağdat'a tayin edildi. Şatafat ve debde­beyi severdi. Özellikle Cuma namazla­rına çıkışı, padişahlar gibi gösterişli olurmuş. Sokollu, bu durumun padişa­hın gazabını çekebileceği endişesiyle hakkında şikayetler var diyerek göre­vinden alınmasını arzeder. Ancak padi­şah onu azletmez. Fakat gereksiz gös­terişlerden vazgeçmesini ister. Bu du­rum padişahın onun tavırları hakkında evvelce bilgi sahibi olduğunu gösterir.

Hasan Paşa gayet yakışıklı, gösterişli ve yiğit bir kimse idi. Düşman karşısın­da gözü pek bir komutan olup en zor­lu görevlere severek atılırdı. 1601'de Anadolu'daki Celaliler üzerine serdar tayin olundu. Karayazıcının yirmi bin kişilik bir kuvvetini Elbistan civarında sabahtan ikindi zamanına kadar yaptı­ğı muharebede mağlup etti. Ancak To­kat kalesinde iken Celali Deli Hasan kuvvetleri tarafından abluka altına alın­dı. Yapılan müsademe sırasında vuru­larak şehid düştü (17).

Lala Mehmet Paşa: Sokoloviç ailesindendir. Sokollu Mehmet Paşa'nın amca oğlu olduğu rivayet olunmakta­dır. Enderunda yetişmiş, şehzade lalalıklarında bulunması sebebiyle "lala" lakabıyla şöhret bulmuştur. 1591'de Yeniçeri Ağası oldu. 1595'de Vezir-i Azam Sinan Paşa ile Macaristan seferine katılarak çok gayret ve kahramanlık gösterdi. Sefer dönüşü önce Karaman, sonra Anadolu beylerbeyliğine getiril­di. Eğri seferindeki hizmeti dolayısıyla Rumeli beylerbeyiliğine tayin olundu. Uzun seneler Avusturya serhaddinde kalarak gazalar yaptı. 1604'te Yavuz Ali Paşa'nın ölümü üzerine vezir-i azam oldu. Aynı yıl Avusturya seferine çıkarak Vaç, Peşte ve Hatvan kalelerini zaptetti. Ertesi yıl harekata devamla Vişegrad, Vesprem ve daha pek çok ka­leyi aldıktan sonra elden çıkan Estergon'u otuz günlük bir muhasaradan sonra fethetti. Estergon fatihi unvanını kazandı.

Lala Mehmed Paşa 1606 yılının Hazi­ran ayında Celali asileri üzerine İran se­ferine serdar tayin edildiği sırada Üskü­dar'da felç geçirerek vefat etti. XVII. asırda gelen Osmanlı vezir-i azamlarının değerlilerinden mücahid, gayur, tedbirli bir vezirdi. Hudut tecrübesi faz­la olduğundan seferlerdeki icraatlarıyla devlete büyük hizmetlerde bulundu. Askerler kendisini pek çok severdi (18).

İşte Sokollu ailesinden devlet adanı­ları, işte hizmetleri ve işte vatan uğruna çarpışmaları ve şehadetleri. Bu mudur ihanet? Bu mudur pamuk ipliği ile va­tana bağlılık? Bu vatana büyük bir iman ve aşkla, canı ile kanı ile hizmet edenleri böylesine aşağılamak, karala­mak hangi maksada hizmettir?

Ayrıca Sokollu'nun aleyhindeki bu isnatlar dikkatle değerlendirildiğinde şu sorular da hatıra gelmektedir. Os­manlı Devleti devşirilen çocukların kendisine ve ailesine ait bütün bilgileri defter ettirdiğine göre onlarla irtibatını devam ettirmesi bir suç mudur? Onla­rın İslamiyeti kabul etmesini istemesi hata mıdır, ihanet midir? Yoksa Osmanlı devletinin kuruluş gayesi­ne uygun ve dinimizin em­rettiği güzel bir davranış mı­dır?

Nitekim o kendisinin eriş­tiği saadete, ailesinin de ka­vuşmasını arzulamış, onlara dini telkinde bulunmuştur. Bu sayede babası ihtiyar Dimitri, İslamiyeti kabul ede­rek Cemaleddin Sinan adını almış ve uzun yıllar oğlunun Bosna'daki vakıflarının yöneticiliğini yapmıştır. Yine İstanbul'a gelerek oğlunun saraydaki itibarını, muaz­zam konumunu ve büyük gücünü gören annesi son derece şaşır­mış, gözyaşları içerisinde Müslüman olmuştur.

Neden sefere çıkmadı?

Sokollu'nun sefere çıkmaması meselesine gelince:

Bu iddialarda bulunanlara son Sigetvar seferinden sonra geçen on senede, Sokollu'nun sefere çıkmasını gerektire­cek hangi kara harekatı gerçekleşti di­ye sorarlar. Böyle bir harekat olur, So­kollu katılmaz, sonu felaketle neticele­rdi ve Sokollu şiddetle tenkit edilebi­lirdi.

Bu noktada Sokollu'nun siyasi görüşlerini iyi bilmek gerekmektedir. Ona göre Osmanlı Devleti tabii  hudutlarına erişmiştir. Boşuna bir maceraya atılmak doğru değildir. Bazı muvaffakiyetler elde edilse bile bu geçici olacaktır. Dolaysıyla Sokollu devamlı olarak savaştan uzak durmaya çalışmış ve işleri hep diplomasi yo­luyla çözmüştür (19). Nitekim Sokollu'nun son döneminde muarızlarının etkisiyle girişilen İran seferi Sokollu'nun ne ka­dar haklı olduğunu gösterecektir.

Buna karşılık Sokollu Mehmed Paşa özellikle Osmanlı sınır boylarını son derece güçlü kılmaya gayret etmiş ve bu bölgelere genç, cesur, dirayetli, yükselmeye elverişli, itimat edilir devlet adamlarını tayin etmeye özen göster­miştir. Bu itibarla hudut olayları de­vamlı suretle Osmanlılar lehine gelişmiştir (20).

Kendisi ise siyasetteki ince görüşünü her zaman ustalıkla kullanmıştır. Lehis­tan kralı Sigismund Ogüst vefat edince Lehistan krallığına Rus veya Avusturya prenslerinden birisinin geçmesi beklenirken o bir dizi faaliyetleri ile önce Fransa faalinin kardeşi Hamiyi ve bu­nun çekilmesinden sonra da Osmanlı­lara tabi Erdel kralını getirtmeyi başar­mıştır. Bu sayede Lehistan'ı Erdel, Mol­davya ve Eflak ile aynı statüde vasat bir ülke haline getirmiştir (21).

İşte Sokollu'nun karşı olmakla suç­landığı Kıbrıs seferine bakışında da, ay­nı siyasi tavrı görüyoruz. Sokollu, Kıb­rıs harekatının, Osmanlı devleti aleyhi­ne bir haçlı seferi tertiplenmesine yol açabileceği endişesi ile uygun olmayacağı fikrini savunmuştu. Bu sadece tar­tışılan bir konuda sadrazamın şahsi yo­rumuydu. Ki Osmanlı devletinde asır­lardır aynı gelenek devam etmiyor muydu. Her türlü devlet meseleleri di­vanda tartışılır ve karara varılırdı. Bura­da herkes hür düşüncesini söylerdi. Ancak bir karar alınınca onun gerçekleşmesi için de bütün güçler seferber olunurdu.

İnebahtı bozgunu

Neticede Yahudi Jasef Nassi'nin teşvi­ki, Piyale Paşa ile Lala Mustafa Pa­şa' nin lehte beyanı ve müftü Ebussuud Efendinin fetvası üzerine II. Selim Han Kıbrıs'ın fethine karar verdi (22). Kıbrıs uzun süren bir kuşatma ve mücadele sonucu fethedilirken Sokol­lu'nun korktuğu da başa geliyordu. Venedik, İs­panya ve Papalık arasında mukaddes ittifak teşkil edildi. Ardından muaz­zam bir donanma vücûda getirildi. Toskana, Cene­viz, Savua, Malta, Ferrara ve Parma gibi küçük bey­likler de ittifaka katılmıştı. Bu Haçlı donanması İne­bahtı muharebesiyle Os­manlı donanmasını bü­yük ölçüde imha ettil (23). Geniş sahile sahip Os­manlı ülkesi son derece tehlikeli bir duruma düşmüş oluyordu. Avrupa'da bayram sevinci yaşanıyor, ertesi sene baharla birlikte Osmanlı kı­yı ülkelerini ne şekilde tahrip veya fet­hedecekleri konuşuluyordu. Müttefik­ler yeni yeni ittifak çalışmaları yapıyor­lar, güçlerini arttırmak üzere çalışıyor­lardı (24).

Bu arada savaşa rağmen İstanbul'da ikametini sürdüren Venedik elçisi Bar­baro, Osmanlı donanmasının mahvedilmesinden sonra Sokollu'nun tavrını merak ediyordu. Acaba Osmanlıları is­tedikleri şekilde bir sulha zorlayabile­cekler miydi?

Çok geçmeden Sokollu'yla bir müla­kat fırsatı bulduğunda Osmanlı sadrazamının son derece rahat olduğunu gördü, hatta tepeden bakan alaycı tavrın altında ezildiğini hissetti.

Sadrazamın şu sözleri ise hem tarihe geçiyor, hem de gelecekle ilgili niyetle­rini açıkça sergiliyordu.

"İnebahtı muharebesinden sonra ce­saretimizin sönmediğini görüyorsun. Sizin zayiatınızla bizimki arasında fark vardır. Biz sizden bir krallık yer (Kıbrıs adası) alarak kolunuzu kestik; siz ise donanmamızı mağlup etmekle sakalımızı tıraş etmiş oldunuz. Kesilen kol yerine gelmez. Lakin tıraş edilmiş sakal daha gür olarak çıkar (25).

Paşa, paşa!...

Sokollu'nun zor vaziyette barışa ya­naşmaması, baharla birlikte Çanakkale boğazı ile sahillerin düşman taarruzuna açık kalacağını gösteriyordu. Yeni kaptan-ı derya Kılıç Ali Paşa bu sebeple çok telaş gösteriyordu. Sokollu Mehmed Paşa, baharla birlikte büyük bir donanmayı kendisinin emrine verece­ğini vaad etmişti. Ancak ne kaptan pa­şa ve ne de sadrazamın yakınları bu projenin gerçekleşeceğine ihtimal veri­yordu.

Hatta bir görüşme sırasında Kılıç Ali Paşa Sokollu'ya "Belki tekne hazırlanması mümkündür. Ancak iki yüz ge­miye beş altı yüz lenger (gemi demiri), palamar ve ip ve her gemiye yelken vs. tedarikine imkan olmaz" deyince So­kollu Mehmet Paşa:

"Muhterem Paşa hazretleri! Sen bu devlet-i aliyyeyi henüz tanımamışsın. Allah aşkına şuna inan! Bu devlet öyle bir devlettir ki, isterse bütün donanma­nın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden ve yelkenlerini atlastan yap­makta güçlük çekmez.

Hangi geminin gerekli alet ve yelke­nini yetiştirmezsem dediğim biçimde benden al."

Bu sözler üzerine heyecanlanan Ali Paşa ayağa fırlayıp saygı ile sadrazamın elini öpmüş ve "Kesin olarak inandım ki bu donanmayı tamamlarsınız"de­miştir (26).

Gerçekten de Osmanlı Devletinin muazzam işleyen teşkilatı (27) sayesinde beş buçuk ay içinde iki yüzden fazla kadırga ve baştarde bütün araç ve gereçleri, top, tüfek ve sair savaş silahları, kürekçisi ve savaşçısı hazırlanarak Kaptan Paşa'nın emrine verildi.

İki yüz elli parçalık muazzam donanma 1572 haziranında Kılıç Ali Paşanın kumandasında denize açıldı. Yeniden yapılanmış güçlü Türk donanmasını karşılarında gören Hıristiyanlar büyük bir ha­yal kırıklığı yaşadılar. Bunlar o budun­dur ki bir anda bu kadar gemi kaybı verdiler ve aradan altı ay geçmeden es­kisi gibi, belki ondan da öte dört başı mamur bir donanma yerine koydular diyerek hayretlerini dile getirdiler (28).

Venedikliler çok geçmeden Osmanlı­lara yaklaşmak lüzumunu hissetti ve barış yaptı (Mart 1573). Müttefikler şim­di birbirlerini hainlikle suçlama yarışına girmişlerdi. Hatta yazar Voltaire bile sonradan, Bir bilmeyen İnebahtı sava­şını Türklerin kazandığını sanır diye yazdı (29).

Burada Sokollu'ya yapılan en önem­li tenkit, donanmayı denizden yetişmeyen Müezzinzâde Ali Paşa'ya teslim et­mesidir. Oysa bu çığırı açan Sokollu değildir. Barbaros'un ölümü üzerine Kanuni, yine aynı şekilde önce Sokol­lu'yu, sonra da Sinan Paşayı kaptan-ı derya yapmıştır.

Müezzinzâde'nin sa­vaş sırasında hataları olabilir. Nitekim aleyhte mütalaalara kıymet vermemesi hezimeti hazırlayan en önemli sebeptir. Buna karşılık onun devlet adamlığı di­rayeti, cesareti ve güzel vasıfları herkesçe kabul edilmektedir. Ayrıca o, sa­vaş sırasında bu göreve getirilmiş ol­mayıp üç yıldır kaptan paşalık hizmeti­ni başarıyla yerine getiriyordu.

Bu arada Kıbrıs'ın fethini büyük bir arzuyla savunan Kiklad adaları dukası Yahudi Josef Nasi, adanın kralı olarak tayin edilmeyi bekliyordu. Valide Nurbanu Sultan da bu hususda onu des­tekliyordu.

Fakat Sokollu Mehmet Paşa ince bir siyasetle Kıbrıs'ı eyalet haline getirdi ve beylerbeyliğine Muzaffer Paşa'yı ta­yin etti.

Şimdi insanın aklına şu soru geliyor. Şayet Josef Nasi Kıbrıs kırallığına geti­rilmiş olsaydı Sokollu, bizim anlı şanlı tarihçilerimize (!) ne cevap verecekti? Ancak Sokollu Mehmet Paşa Josef Na­si'yi en büyük arzusundan, bizim dev­şirme düşmanlarını da bu fırsattan mahrum etti.

Büyük Proje

Sokollu'nun Don-Volga kanal projesini baltalama meselesi:

Beki de Sokollu'ya atfedilebilecek en gülünç isnatlardan biri budur. Zira projenin tasarlayıcısı ve uygulayıcısı bizzat Sokolludur. Rusların Ejderhan'ı alarak Kafkasya ve Orta Asya'ya yayıl­maları hac döneminde bölge Müslümanlarını büyük sıkıntıya sokmuştu. Nitekim Harezm Hükümdarı Hacı Mehmet Han'dan gelen namede İranlı­ların Orta Asya hacılarına yol verme­diklerinden şikayet edilerek, Ejderhan'ın zaptı ile hacıların ve tüccarların emniyetinin sağlanması isteniyordu.

Rusya, Hint Okyanusu, Orta Asya ve İran'daki gelişmeleri dikkatle takip eden Sokollu, 1569 yazı ortalarında, Astrahan'ın fethedilerek Don-Volga ka­nalı projesinin tatbikata geçirilmesi ka­ralını verdi. Bu sayede Türk gemileri Akdeniz'den Hazar denizine kesintisiz ve güvenli bir şekilde ulaşabilecekti. Ayrıca bu proje ile gerçekleşecek ka­nal, batıda Lehistan, Erdel ve Moldavya ile doğuda Buhara, Semerkand ve Altay dağları  arasındaki Türk gücünün bel kemiği haline gelecekti (30).

Sadrazam bu iş için defterdar Çerkez Kasım Bey'i görevlendirdi. Bu kişi ara­zinin yapısını, uzaklıklarını, iklim ko­şullarını, nehirlerin karakterini en ince ayrıntısına kadar öğrendi. Ardından Kefe sancakbeyliğine getirildi. Emrine çalışmaları yürütecek bir uzmanlar he­yeti verildi. Tatar Hanı Muhammed Gi­ray, Çerkez Beyleri, Moldavya voyvo­dası, Niğbolu, Silistre ve Köstendil bey­leri kuvvetleriyle projenin muhafazası­nı sağlayacaklardı. Kaptan-ı Derya Mü­ezzinzâde Ali Paşa top, cephane, yiye­cek maddeleri yanında binlerce kazma kürek, külünk, çapa ve sair araç gereç ile yüklü donanmayla bölgeye hareket etti (31).

Sadrazam herşeyi inceden inceye he­saplamıştı. Ruslar'ın yakıp yıktığı Astrahan'da eski cami ve medreselerin kalıntıları duruyordu. Sokollu burayı tek­rar ele geçirme aşkının bölge halkında zapdedilemez bir tutku olacağını sanı­yor ve çok kolaylıkla gerçekleşeceğini ümit ediyordu (32).

Kırım Hanının ihaneti

Ne yazık ki bu kez yanılmıştı. Kırım Hanı Devlet Giray mevcut statüsünü kaybedeceği ve Osmanlı'nın bir parça­sı konumuna düşeceği gibi fasit bir dü­şünceyle projeyi baltaladı. Bir taraftan el altından Rusları Osmanlılar üzerine teşvik ederken diğer taraftan kışın şiddetinden ve çalışmanın dokuz ay sür­mesinden bahisle amele ve askerler Arasında menfi propagandayla huzursuzluk çıkardı.

Kasım Paşa, Rus saldırılarına karşı gerekli tertibatı almakta gecikmedi. Kanalın üçte ikisi bitmiş bulunuyordu. Kı­şı Ejderhan'da geçirip baharla birlikte işi bitirmek tasavvurundaydı. Ancak Devlet Giray'ın ajanları askerleri iste­dikleri kıvama getirmişlerdi. Kışlamak fikri asker arasında isyanlara ve serkeşliğe yol açtı. Neticede Kasım Paşa kazı işini terkederek geri dönmek zorunda kaldı (33).

Böylece Sokollu'nun dünya hakimiyeti noktasında önemli roller üstlenecek bu projesi Kırım Hanı'nın ihaneti ve muarızlarının faaliyetleri ile yüzüstü kalmış bulunuyordu.

Muarızları dedik; zira onlar da merkezde padişahı bu teşebbüsün ve Sadrazamın aleyhine iyice   doldurmuşlardı. Nitekim II. Se­lim Han bütün vezirlerinin önünde Sokollu'yu azar­layarak, "Bütün masraflar ve kaybedilen malzemenin değeri senden tazmin olunmalıdır"  demişti (34). Bu ifadeler de projenin gerçek sahibinin Sokollu Melımed Paşa oldu­ğunu açıkça göstermektedir. Ne yazık ki ertesi sene ortaya çıkan Kıbrıs meselesi, Sokollu'nun bu teşebbüsü devam ettirmesine fırsat tanımamıştır.

Oysa başta Kırımlılar ve Çerkezler ol­mak üzere bölge halkı özel statü uğruna neyi kaybettiklerini anlayamamışlar­dı. Kırım, bugünlere kadar süren tarih­teki talihsizliğini kendi eli ile hazırladı ve Türk tarihinin çehresini değiştirecek büyük ve önemli bir teşebbüs başarı­sızlığa uğradı.

Dünyaya yön veren adam

Osmanlı Devleti Kanuni döneminde Anadolu, Kafkasya, Kırım, Viyana'ya kadar Güneydoğu Avrupa, Kuzey Afri­ka ve Arap dünyasını kapsayan devasa bir imparatorluk haline geldi. Sokollu bu padişahın son bir buçuk yılı ile II. Selim Han dönemine ve III. Murad Han'ın saltanatının bir bölümüne, padi­şahlıktan sonra en yetkili sıfatıyla müh­rünü vurdu. II. Selim Han döneminde, belki pek az sadrazamın erişebileceği rahatlıkla fevkalade yetkilerle görev yaptı. Devlet işlerinde fevkalade dik­katli, tedbirli, ileri görüşlü, araştırıcı ciddi, tutarlı ve takipçi idi. Dünya siya­setine vakıftı. Dünyadaki gelişmeleri dikkatle takip eder, ona göre siyasetini belirlerdi. Hakimane tavırlı olup devlet işlerinde tavizsizdi. Bu sayede Kanuni devrinde erişilen kudreti hiç sarsma­dan ve aksatmadan devam ettirdi.

Sokollu, sadaretinin son senelerinde muarızlarının tesiriyle padişahın kendi­sine cephe alışını, taraftarlarının azledilişini, hatta bir kısım yakınlarının şehid edilişini üzüntüyle gördü. Bütün bu olaylara karşı en küçük bir harekette bulunmamış, saltanat makamının icra­atına en küçük bir tepki göstermemiş­tir. Bu asil davranışı ile Osmanlı sadra­zamına uygun bir tarzla hareket eder­ken yapılan ithamların da ne kadar haksız olduğunu ifade etmektedir.

Osmanlı'nın hizmetkârı

Güzel konuşan, ikna kabiliyeti yük­sek, nazik, son derece ahlaklı bir kim­se idi. Bilhassa yabancı elçilere karşı maharetle konuşur, her birine layık olduğu muameleyi yapar, fakat her za­man padişahın azamet, kudret ve şev­ketini karşısındakine yansıtırdı. Bir de­fasında İran heyeti ile görüşürken elçi­nin, onun Kanuni'nin vefatı sırasında aldığı tedbirleri övmesi üzerine şöyle cevap vermiştir: "Hanedan-ı Âl-i Osman'ın saltanatı Cenâb-ı Hak tarafından ebedi olarak takdir kılınmıştır. Benim meziyetim ancak bu büyük hanedandan iki zatın hizmetine kader-i ilâhînin sevkiyle mazhar olmaktan ibârettir".

Halveti tarikatine mensuptu. Mühründe, "yalnız Cenab-ı Allah'a güveniyorum. Yarabbi kulun Mehmed'i peygamberimizin şefaatinden mahrum etme" sözleri kazılı idi.

Sokollu ilim ve edebiyat erbabını korur ve gözetirdi (35). O devrin en mühim eserlerinin kendisinin namına ithaf edilmesi, bunun açık bir göstergesidir.

Sokollu Mehmed Paşa onbeş yılic­ranın başında kaldı. Binlerce karar aldı. Bunların içinde eksiği yanlışı olanlar her zaman bulunabilir. Neticede o da insandır. Ancak devletine, vatanına ve Türk milletine ihanetle suçlanabilecek en ufak bir bilgi ve belge gösterilemez.

Evet o Bosna'da doğdu. Ancak tam bir Türk İslam terbiyesiyle yetişti. Osmanlı Devletinin hizmet basamaklarını birer birer tırmandı. Sonra bu muaz­zam devletin en kudretli adamı oldu. Yıllarca dünyayı avuçları içerisinde tut­tu, Türk Osmanlı ve Müslümanlığı ile gurur duydu. Ona hizmet etmenin şerefi ve gururu ile ölümlerin en güze­line ulaşarak bu dünyadan ayrıldı.

Geniş vakıflar ve hayır tesisleri kur­du. Azapkapısı Camii ile Kadırga'da da kendi ismiyle anılan cami, medrese ve hayrat tesislerini yaptırmıştır. Lülebur­gaz da cami ve medrese, Edirne'de hamamlar ve dükkanlar, Erdel Beçkerek'te cami, han, çeşme, darülkurra ve köprü, Vişegrad-Saraybosna arasın­da büyük bir kervansaray yaptırdı.

Hayır eserleri

Sokollu Mehmed Paşa uzun yıllar sahip olduğu muazzam konumun kendisine kazandırdığı eşsiz serveti istif etmedi. Oğullarına ve akrabalarına da bırakmadı. Asya'da Medine'ye, Avrupa'da   Beçkerek'e kadar yaptırdığı her türlü hayır müesseselerini insanlığın hizmetine sundu.

Er odur ki dünyada koya bir eser

Esersiz kişinin yerinde yeller eser

Sözüne uygun olarak adını günümüze kadar vakıf hizmetleri ile de yaşattı.

Medine'de bir medrese, hamam ve çeşme yaptırdı. Uzaktaki iki kaynağın suyunu getirterek bunları şenlendirdi. Halep'te büyük bir han, akar sulu pek çok çeşme ve çeşitlii semtlerinde olmak dört mescid inşa ettirdi. İstanbul Azapkapı'da deniz kıyısında nefis güzellikte bir cami yaptırdı. Bunun yanında eşi İsmihan Sultan adına bir medrese, mektep ve otuz odalı bir tek­ke bina ettirdi. Kadırga'da kendi ismiy­le anılan cami, medrese ve çeşitli hayrat eserlerinden müteşekkil bir külliye; Kasımpaşa'da tersaneye yakın yerde bir mektep ve kıyıda üç güzel şadırvan; Eyüp bahçelerinde çeşmeler ile Galata'da bir hamam İstanbul'daki diğer eserleridir.

Drina köprüsü

Sokollu'nun her biri hayranlık uyan­dıran eserleri bunlardan ibaret değildir. O, Lüleburgaz'da saray, cami ve med­reseden ibaret muhteşem bir külliye, Edirne'de hamamlar ve dükkanlar; Edirne'ye bağlı Hafsa'da iki büyük han, bir mescid, su kanalı ve imaret; Belgrad'da kervansaray ve kapalı çarşı; Er­del Beçkerek'de cami, han, çeşme ve darülkurra ve Bosna'da bir imaretle asırlarca hizmet sunmaya devam etti. Mimar Sinan'a yaptırdığı 185 metre uzunluğundaki, 11 kemerli bir köprü ile Drina nehrini inci gibi süsledi. Ayrıca Trebinje'de yaptırdığı eserler ile de oğlu Kurt Bey'in adını yaşatmaya devam etti. Bu eserlerinin bakımı ve yaşamasını, Bulgaristan, Sırbistan, Bos­na, Banat, Arnavutluk ve Selanik çev­resinde çok sayıda vakıf kurarak sağ­ladı.

Sokollu Mehmed Paşa ne yaptırdığı camilerinin çoğunda namaz kılabildi, ne şadırvanlarında abdest alabildi, ne imaretlerinde yemek yiyebildi ve ne de hanlarında, kervan saraylarında din­lenebildi. Ancak binlerce Müslümanın duasının ona geldiğinin ve ulaştığının şevkini, sevincini ve hazzını yaşadı.

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Dipnotlar:

  1. Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi l (haz. Sıtkı Baykal). Ankara 1981, s. 20
  2. Mustafa Müftüoğlu. Yalan Söyleyen Tarih Utansın. İstanbul 1977, s. 41
  3. Müftüoğlu. s. 42
  4. Mehmet Doğan, Kuran Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk Ankara 1980. s. 266
  5. Doğan. s. 266
  6. Yılmaz Öztuna. Türk Tarihinden Yapraklar. İstan­bul 1992. s. 93-94; Müftüoğlu. s. 42-43
  7. Peçevi Tarihi. Lala Mustafa Paşa hakkında notlar ve vesikalar, XXH   88. (1958) s. 551-593
  8. Peçevi Tarihi. I, s. 318-319. Ayrıca bkz. Radovan Samarcıc, Sokollu Mehmed Paşa, (çev. Meral Gaspıralı), İstanbul 1997. s. 261-262
  9. Peçevi Tarihi. 317
  10. R. Samarcıc. s. 262
  11. R. Samarcıc s. 264 - 265
  12. Peçevi İbrahim Efendi. Peçevi Tarihi, II (haz. B. Sıtkı Baykal), Mersin 1992. s. 23
  13. R. Smarcıc. s. 261
  14. Peçevi Tarihi II, s. 24
  15. Peçevi Tarihi II. s, 24; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Os­manlı Tarihi,  c. III/1, Ankara 1973; s. 53; M. Tayyib Gökbilgin, Mehmed Paşa, Sokollu. İslam Ansiklopedisi, c. 7, s. 604
  16. R. Samarcıc. s. 260
  17. Peçevi Tarihi II. s. 25-27
  18. Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi, c. III/2, s. 361-362; M. C Şehabettin Tekindağ, Mehmed Paşa, Lala, İslam Ansiklopedisi, c.7, s. 591-594
  19. Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi IIIl\1, s. 52
  20. R. Samarcıc. s. 205-216
  21. Ahmed Refik, Sokollu Mehmed Paşa ve Lehistan intihabatı TOEM, nr, 35, 686-687; Gökbilgin, s. 603­602.
  22. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi III/l, s.11 ; Ebussuud Efendi'nin fetvası için bkz. Peçevi Tarihi I, s. 343­344.
  23. Peçevi Tarihi, I, s. 354 ; Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi, III/l, s. 15-19
  24. Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi ( Ata Bey ter­cümesi) İstanbul 1329, c. 6, 272; R. Samarcıc, s. 257.
  25. Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi, III/1, s, 23; Hammer Tarihi. c.6. s. 274
  26. Peçevi Tarihi I, s. 352
  27. Merhum İsmail Hakkı Uzunçarşılı lise öğretmen­liği sırasında bir hatırasını naklederken bu mükemmel işleyen teşkilatı şu ifadelerle anlatmaktadır: Lisedeki öğ­retmenliğim zamanında Sokollu'nun bu sözlerini Peçevi Tarihinden naklen mektep kitaplarında ve diğer tarih­lerde görerek talebelerime anlatırken vezir-i azamın bu tarzdaki konuşmasını içimden mübalağaya hamlederdim. Daha sonrakin arşiv vesikalarını ve mühimme defterlerini tetkik ederken bir kış esnasında yeniden donanma inşaasına ve bu teknelere lazım olan eşyayı tedarik için ocaklık olan yerlere yazılan ve faaliyetin tak­ibini bir bir gösteren çok vesika hükümleri gördükten sonra Sokollu'nun, kaptan   paşaya söylediklerinin mübalağa olmadığına inandım. Osmanlı Tarihi III/l, s. 22.
  28. Peçevi Tarihi 1. s. 353
  29. R. Samarcıc. s. 257.
  30. Uzunçarşılı III/1 s. 33-35
  31. Uzunçarşılı III/1, 36; R. Samarcıc. s. 238
  32. Peçevi Tarihi. I. s. 330.
  33. Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi-ul/1, 36-37; Gök­bilgin. s. 600.
  34. Peçevi Tarihi I, 331; Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi III/1 s. 57.
  35. Sokollu Mehmed Paşa'nın şahsiyeti ile ilgili olarak bkz. Peçevi Tarihi I, 19-22; Gökbilgin, s. 605; Uzunçarşılı Osmanlı Tarih III/1, Hammer, c.7 s.7

Makaleyi paylaş

Submit to FacebookSubmit to Google PlusSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn

otag1 otag2 Kayı 11 Kapak  otag iii